Başkalarıyla ilişki kurma ve onlara sevgi vermek ödüllendirici olduğu kadar gerekli bir deneyimdir; ancak sahip olmadığımız şeyi veremeyeceğimizi akılda tutmak önemlidir. Aslında birlikte yaşayacağımız ve varlığımızın geri kalanında bize eşlik edecek en önemli kişiye, yani kendimize sevgi sunmanın önemine pek vakıf değiliz.
Kendini sevme, en saf özü itibarıyla, kendini sevgiye değer ve hak eden bir kişi olarak tanıma eylemidir. Bu, hayatta sahip olduklarımızın veya başardıklarımızın, yeteneklerimizin veya kişisel özelliklerimizin ötesine geçer. Sadece bir insan olarak var olmak gerçeği için, kendi varlığımıza sevgi ve anlayışla bakmakla ilgilidir. “Sahip Olmak” ve “Yapmak” üzerine odaklanan bu dünyada, öz sevgi bizi bu dış ölçümlerden uzaklaşıp “Varlığa” odaklanmamız gerektiğinin altını çizmemiz gerekiyor.
İnsanın kendisi ile güçlü bağlar kurması için dikkatimizi, çoğunlukla değerimizin ölçüsü haline gelen sürekli maddi kazanımlar veya dışsal başarıların peşinde koşmaktan uzaklaşması ile mümkün olacaktır. Sahip olduğumuz, başardığımız veya yapabildiğimiz her şeyin farkına varmak, değer vermek, takdir etmek ve minnettar olmak öz saygı uygulamasının bir parçası olsa da, gerçek özümüzden kopmak boş ve kaybolmuş hissetmemize yol açabilir.
Kendini sevmek bizi iç varlığımıza bakmaya ve her birimizin içinde bulunan güzelliği keşfetmeye davet eder. Sahip olduklarımız ya da yaptıklarımız için değil, yalnızca kim olduğumuz için sevilmeye değer olduğumuzu hatırlatır.”