Kişi merkezli yaklaşım, danışanları kendi deneyimlerinin en iyi otoritesi olarak görür. Bu yaklaşım, her bireyin içinde yatan büyüme potansiyeline inanır ve bu potansiyelin uygun şartlar altında gerçekleşebileceğini kabul eder. Ancak, olumsuz koşullar altında bireylerin gelişimlerinin sınırlandığını da eklemeyi ihmal etmez.
“Kendimi olduğum gibi kabul ettiğim zaman değişebileceğim gerçeği, tuhaf bir paradokstur.” Carl Rogers
Özellikle, bireyler başkaları tarafından kabul edilmediklerinde veya olumlu saygı görmeyi bekledikleri şekillerde davranmak zorunda kaldıklarında, kendi deneyimlerini ve doğuştan gelen saygı eğilimlerini kaybetme riski altındadırlar. Bu tür baskılara maruz kalan bireylerin, kendi doğal büyüme yollarını bastırma eğiliminde olabileceklerini göz önünde bulundurur.
Bu durumun temel sebeplerinden biri, bireylerin genellikle başkaları tarafından belirlenen koşullara uymak yerine, kendi iç görülerini ve değerlerini geliştirmeye başlamalarıdır. Kendilerine dair “Ben her zaman zamanında olmalıyım” ya da “Herkesi saygıyla karşılamalıyım” gibi inançları benimseyerek, kendi kimlik algılarını şekillendirebilirler. Bu, başkalarından olumlu saygı görmek ihtiyacından kaynaklanır, çünkü bu olumlu değeri sürdürmek, kendi kimliklerini kaybetmekten daha kolaydır.
Bireyler, kendi içsel değerlendirmelerini ve değer atıflarını, dışsal baskılar ve beklentilerle değiştirebilir. Bu nedenle, kendi yaratıcılıklarını kısıtlayabilirler. Bu, bireylerin kişisel değerlendirmelerini başkalarınınkilerle değiştirdiği ve bu süreçte kendi içsel algılarını ve anlamlarını kaybettikleri anlamına gelir.
Kişi merkezli yaklaşım, bireylerin kendi içsel yollarını keşfetmelerine, kendi değerlerine uygun olarak büyümelerine ve gerçek potansiyellerini açığa çıkarmalarına yardımcı olur. Bu, danışanın deneyimlerini en iyi şekilde değerlendirebileceği ve kendi büyüme yolculuğunda rehberlik edileceği bir ortam sağlar.
Danışan merkezli yaklaşım, bireylerin kendi değerlerine dayanarak içsel büyümelerini destekler. Bu, başkalarının beklentileri yerine, bireylerin kendi içsel pusulalarına güvenmelerini teşvik eder. Bu sayede, her birey kendi potansiyelini gerçekleştirebilir ve tatmin edici bir yaşam sürdürebilir.
KİŞİ MERKEZLİ TERAPİNİN YAKLAŞIM ŞEKLİ
Kişi merkezli yaklaşım, büyümeyi ve terapötik değişimi mümkün kılan üç temel koşulu sağlayarak bir ortam oluşturulacağını varsayar. Bu üç temel koşul şunlardır:
1. Koşulsuz Olumlu Bakış: Terapistin, danışanı koşulsuz ve yargılamadan kabul etmesi anlamına gelir. Danışan, olumlu veya olumsuz tüm düşünce ve duygularını özgürce keşfetme özgürlüğüne sahiptir. Önemlisi, danışanın, terapistin olumlu saygısını kazanmak için özel bir şey yapmak zorunda olmadan araştırma ve ifade etme özgürlüğü vardır.
2. Empatik Anlayış: Danışmanın, danışanın düşüncelerini, duygularını ve anlamlarını danışanın kendi bakış açısına göre doğru bir şekilde anlaması anlamına gelir. Terapist, danışanın dünyayı nasıl algıladığını anladığında, bu sadece bu görüşün değerli olduğun anlamına gelmez, aynı zamanda danışanın kabul edildiğini de gösterir.
“Empati, başka bir insanın dünyasında yürümek, onun gözleriyle görmek, onunla hissetmek demektir. Carl Rogers “
3. Uyum: Terapistin özgün ve içten olduğu anlamına gelir. Terapist, danışana karşı şeffaf olup, otorite ya da gizli bilgi havası yaratmaz.
Bu üç temel koşulun bir arada, danışanın kendi yolunda gelişmesine ve büyümesine, kendi kimliğini güçlendirmesine, genişletmesine ve başkalarının beklentilerinden bağımsız olarak ‘gerçekte’ olduğu kişi haline gelmesine olanak sağladığına inanılmaktadır.
Kişi merkezli teori, terapötik hareketin gerçekleşmesi için bu temel koşulların hem gerekli hem de yeterli olduğunu ele almaktadır. Yani, eğer bu temel koşullar sağlanırsa, danışan terapötik değişimi deneyimleyecektir. Özellikle kişi merkezli teori, temelde hiçbir şeyin olmadığını öne sürerek danışmanlık ilişkisinin benzersizliğine vurgu yapar. Ayrıca, sağlıklı ilişkiler temel koşulları doğru bir şekilde ortaya koyabilir ve bu nedenle terapötik olabilir, normal olarak geçici olsa da tutarlı ve sürekli olmasına gerek yoktur.
Kişi merkezli yaklaşımı Carl Rogers, ilk kez 1930’larda formüle etmeye başlayan Amerikalı bir psikologdu. Bu temel koşulları tanımlama ve ifade etme ve bunlarla ilgili hipotezleri test etmek için önemli bir bilimsel araştırma programı başlatma başarısı, Rogers’ın bu alandaki en önemli katkılarından biriydi.
Kişi merkezli terapinin öncelikli odak noktası, terapist değil, her zaman danışanın kendi duygu ve düşünceleridir ve kesinlikle teşhis veya sınıflandırmaya dayanmaz. Kişi merkezli terapist, danışanların kendi iç dünyalarıyla daha yakından temas etmesi için ortam oluşturmak rehberdir.
Sonuç olarak, kişi merkezli yaklaşım, terapötik değişimin gerçekleşmesi için temel koşulları ele alır. Bu yaklaşım, bireyin içsel yolculuğunu ve büyümesini destekler, kendi potansiyelini gerçekleştirmesine yardımcı olur ve başkalarının beklentileri yerine kendi içsel pusulasına güvenmesini teşvik eder. Bu sayede, her birey potansiyelini gerçekleştirerek tatmin edici bir yaşam sürebilir.